M. Es’ad Coşan Hocaefendi’nin hayatının birbirini bütünleyen iki yönü vardır. İlkinde o; öğretici, bilen, yazan, konuşan bir alim, bir hoca, bir şeyhtir. İkincisinde ise halka karışan, dünyaya açılan, organizasyonel çalışmalar gerçekleştiren, kalabalıklar içinde (yalnız) bir derviştir. Her iki hâlinde de o “hâl”den anlayan bir tasavvuf ehlidir.
Bildiğini bilenlere yakın; bilmediğini bilenlere de (yol) gösteren/anlatandır. O “çokluk içinde birliğin” (kesrette vahdet), bir arada olmanın sadece dinî bir esas olduğunu öne süren bir alim değil, aynı zamanda insanların da bunun şuurunda olmasını ikaz eden bir yol göstericidir.
Hocaefendi her şeyden önce bilinçli bir müslüman ve tasavvuf geleneğinin yirminci yüzyıldaki önemli bir temsilcisi ve gönül adamıdır. İyi yetişmiş bir ilim adamı ve saygın bir akademisyendir. Pazusunu, kafasını ve kalbini birleştirmiş bir ruh sanatkârıdır. Sevgi misyonunu yüklenmiş, vizyonu bütün evreni kuşatmıştır. İnancının verdiği ruhla bütün kabiliyet ve birikimini Rabbinin rızası yolunda, sevdiklerine adamıştır. Onun misyonunun aracısı hizmettir. Bunun içinde insana hizmet vardır, hayvana hizmet vardır, çevreye hizmet vardır?
Hocaefendi bir toplum fedâisidir. Kendisini öncelikle içinde bulunduğu toplumun sonra da sırasıyla bütün müslümanların ve dünyadaki bütün insanların hizmetine adamıştır. Onların her türlü dinî ve insânî meseleleriyle ilgilenmiş çözümler bulmaya çalışmıştır. Onun düşüncesinde insan Allah’a gerçek mânada kul olup yaklaşmak için yaratılmıştır. İnsan Yaradan’a yaklaştığı oranda O’nun var ettiklerinin içine girer. Bu yüzden toplumsallık, sosyallik inancın vazgeçilmez bir şartıdır. O, bütün yaratılmışların aslında Allah’ın birer mü’min kulu olduğunu bilir; onlarla el ele gönül gönüle verir; konuşur, söyleşir, hâlleşir, dertleşir. Buna kemâl denir. Diğer bir söyleyişle, insan, yaratılmışlarla hemhâl olması, onlara hizmet etmesi oranında yaratanına yaklaşır. Bu bir gerçeğin iki yüzü gibidir. Hocaefendi bu ruh halini yaşamış büyük insanların yolundadır. Hz. Peygamber mi’râca çıktığı, Rabbisi’ne en fazla yakın olduğu bir gecenin sabahında, kendisinin hizmetine muhtaç olan toplumun içine geri dönmemiş miydi?
Hocaefendi’ye göre kâmil insan ve mükemmel toplumun ana esasları Peygamberimiz tarafından çizilmiştir. O yüzden onun hayatı ve öğretileri iyi kavranmalı, bugüne taşınmalı ve hayata hakim olmalıdır.
Es’ad Coşan Hocaefendi’de düşünce ile aksiyon, ilim ile amel atbaşıdır. O, hâli yaşayan bir îman ve aksiyon adamıdır. O sadece tebliğ odaklı değil aynı zamanda temsil odaklı bir çalışma tarzına sahiptir. Çünkü insanlar önlerinde en iyiyi yapan model şahsiyetler ararlar.
Hocaefendi’ye göre hizmetin kişilere bağlı olmaması topluma mâl edilmesi ve devamlılığının sağlanması lazımdır. Bu da kurumlaşmayla mümkündür. Bu yüzden, çok yönlü bir kişiliğe sahip olan Hocaefendi, her kademeden hizmete talip olmuş, psikolojik, pedagojik ve tıbbî meselelere varıncaya kadar geniş bir hizmet alanında insanların her türlü ihtiyaçlarını temine dönük çalışmalar yapmış ve bunların kurumsallaşmasına özen göstermiştir.
Hocaefendi, gösterişten uzak, Allah rızası odaklı, melâmet neş’esi çizgisinde, hayatın dinamikliğini göz ardı etmeyen, cami ve/veya onun fonksiyonlarını yüklenecek bir tasavvuf ve hizmet anlayışına sahiptir. Bu yönüyle, tasavvuf telakkisinin, yaşadığı zamanda halk ve entelektüel kesim tarafından benimsenmesine vesile olmuş, tekke sonrası veya başlangıca dönüş anlamında takip edilmesi gereken önemli ufuklar açmış bir şahsiyettir.
Hocaefendi’ye göre, bu dünyanın, bu hayatın, yaşanabilir hâle gelmesi için ilme ve tekniğe büyük ölçüde ihtiyaç vardır. Fakat ona göre bu, bir ilim ve teknik makyavelizmine de yol açmamalıdır. Çünkü insanın gerçek tatmini mânevî dünyadadır.
İnsanın mânevî dünyasının gelişmesinin temel şartlarından biri de sosyal vazifeleri icra etmesidir. Salih insan olmak yetmez; aynı zamanda muslih insan olmak makbuldür. Ferdin ıslahı ve toplumun gelişmesi aynı realitenin iki yüzüdür. İslâm, toplumu bütünleştirebilen kıymet hükümlerine sahiptir. Ona göre insan kadar, sosyal vazifeler, âdâb-ı muâşeret, cemiyet hayatı, düzeni, refahı, salâhı, felâhı da çok mühimdir. Toplumu mutluluğa götüren her şey sevap, huzuru bozan her şey de günahtır. Bu yüzden günlük hayat onun için kutsaldır.
Hocaefendi’ye göre, dünya bir ibadet mâbedi/mahalli, âsumân (gökyüzü) da onun kubbesidir. Cami bunun bir nevi küçük bir prototipidir. Cami insanı bu bilinç düzeyine ulaştıracak argümanlara sahiptir.
Kendi benliğini silen güçlü bir kişiliğe sahip olarak, kitleleri omuzlarında taşıma pahasına kemikleşmiş değerleri değiştirip kendisiyle ve toplumuyla barışık insan tipini yetiştirmeyi hedeflemiş, toplumu iyiye, güzele yönlendirmiştir. Bunu Kur’an ve hadis metinlerini dikkatli bir şekilde okuyan ve bunları pratik hayata aktarma kabiliyeti yüksek olan bütün çağların yükselen değeri tasavvuf ve onun temel öğretisi olan sevgi ile yapmıştır.
Hocaefendi, bir ayağı Kitab ve Sünnet’e sıkı sıkıya bağlı diğer ayağıyla da dünyayı dolaşan misyon ve vizyonuyla, yaşadığı zamanın gereği olan hizmet alanlarını üretmiş bir salih ve muslih müslümandır. Hedeflerinden önemli bir bölümünü gerçekleştirdiği, geride pek çok kurum ve o kurumlara ait hizmetler bıraktığı görülür. Daha da önemlisi, geliştirdiği projelerle toplumsal faaliyetlerin hem yürütülüş tarzı hem de muhtevaları bakımından çığır açıcı ve ilham verici adımlar atmış, bir anlayış yenilenmesine zemin hazırlamıştır. İslâm’ın salt bireysel bir inanç olmadığını, toplumsal düzeyde yaşanabileceğini ve bunun toplum ve ülke açısından son derece faydalı sonuçlar üretebileceğini de fiilen göstermiştir.
HAYATI
M. Es’ad Coşan Hocaefendi 13 Safer 1357/14 Nisan 1938 tarihinde Çanakkale’ye bağlı Ayvacık ilçesinin Ahmetçe köyünde ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. Ailenin, o henüz dört yaşında iken İstanbul’a göç etmesi ve ticarî girişimlerinin olumsuzlukla neticelenmesinin sıkıntısını idrak etti. Yaşı biraz ilerlediğinde, eğitimi ile birlikte bazı işlerde çalışarak ev ekonomisine katkıda bulundu.
Dinî eğitimini ilk olarak annesi Şadiye Hatun ve babası Halil Necati Efendi’den aldı. Eminönü Vezneciler ilkokuluna 1945 yılında başlayıp 1950 yılında mezun oldu. İlkokul yıllarında Serezli Hasib ve Kazanlı Abdülaziz efendilerle tanıştı; onların sohbet meclislerine devam etti.
1950 senesinde başladığı Vefa Lisesi orta kısmından 1953, aynı okulun lise kısmı Fen kolundan ise 1956 yılında mezun oldu. Lisede Fen kolu öğrencisi olmasına rağmen Türkçe, İngilizce, Coğrafya, Resim-Sanat Tarihi gibi sosyal içerikli bütün derslerden üstün başarı gösterdi.
İlk ve lise öğrenimi sırasında derslere katılımı, zekâsı, çalışma disiplini ve şahsiyetiyle arkadaşlarının ve hocalarının takdirini kazandı. Fen kolu öğrencisi olması, teknolojiye ilgisi ve mühendisliklerin gözde meslek olması sebeplerinden dolayı uçak mühendisi olmak istiyordu. Ancak üniversiteye giriş sınavları öncesinde yapılan istişareler neticesinde, hocası Mehmed Zahid Kotku tarafından farklı bir alana yönlendirildi.
1956 senesinde girdiği İstanbul Üniversitesi Arap-Fars Filolojisi bölümünden 1960 yılında mezun oldu. Bölüm derslerinin dışında Ortaçağ Tarihi ve Sanat Tarihi bölümlerinin derslerini takip ederek bu alanlarda sertifikalar aldı.
Fakülte son sınıfta iken Mehmed Zahid Kotku hazretlerinin küçük kızı Muhterem Hanımefendi ile evlendi.
Fakülteden mezuniyetini müteakip girdiği imtihanı başarı ile vererek Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Klasik-Dînî Türkçe Metinler Kürsüsü asistanlığını kazandı ve Aralık 1960’da üniversiteye intisap ederek akademik hayata adımını attı.
1971-1972 yıllarında, İstanbul Tuzla ve Ağrı Patnos’ta yedek subay olarak askerliğini tamamladı.
1987 yılında kendi isteğiyle Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’ndeki görevinden ayrılarak yurtiçi ve yurtdışında eğitim, kültür ve irşat faaliyetleri ile meşgul oldu.
4 Şubat 2001 tarihinde Avustralya’da, cami açılışı için yaptığı bir seyahat esnasında henüz nedeni anlaşılamamış bir çarpışma sonucu vefat etti. İstanbul’a getirilen naaşı Eyüp Sultan Mezarlığı’na defnedildi. Mezar taşı kitâbesi şu cümlelerden müteşekkildir:
Bir Nakşibendi âlem seyyîd ömür sürerken,
Eyvâh, ecel erişti ayrıldı ruh bedenden,
Âlim idi Kerîm hem râm oldu ırcıîye,
Ağlaştı cümle ihvân matem giyindi her şen,
Almıştı Şeyhi Zahid Kotku Efendi’den feyz,
Ol Mürşid-i Kemâl hem ol rûh-ı pâk-ı rûşen,
Cevâmiu’l-kelim u saib kıran-ı devrân,
Evrâd idi Sinânı ezkarı idi cevşen,
Tarihde bir gider firdevs içre böyle bülbül,
Olur Makâm-ı Mahmûd Es’ad Coşan’a Gülşen…
*
Prof. Dr. Mustafa Kara tarafından söylenen biri hicrî diğeri milâdî tarih kaydını gösteren iki adet vefatına düşürülmüş tarih ise şu şekildedir:
Çok uzak diyarlardan tâ Sidney’e ulaşan
Gönülden dertlilere, devâ için yolaşan
Tarihi, mesleğini meşrebini gösterir
Rahmete gitti “Nakşibend Hoca Derviş Coşan” (2001)
*
Ankara’da muallim, İstanbul’da mürşiddi
İçi gibi dışı da pâk, temiz ve nezihdi
Altmış üç yıl yaşadı sonra Hakk’a yürüdü
“Müştâk-ı âşık-ı Hak” vefatına tarihdi. (1420)
Akademik Hayatı
M. Es’ad Coşan Hocaefendi, Türk-İslâm Kürsüsü’nde, filolojinin temel yöntemlerine bağlı kalarak bilimsel faaliyetler yapmış, doktora, doçentlik ve profesörlük tezi hazırlamış, doktora öğrencileri yetiştirmiş, ilmî makaleler yazmış, bilimsel toplantılarda tebliğler sunmuş, Fakülte’nin akademik kurullarında görevler almış, Fakülte Dergisi’nin yayın hazırlığında bulunmuş ve burada verilen görevleri yerine getirmiştir.
Hocaefendi, 1965 yılında XV. Yüzyıl Şairlerinden Hatiboğlu Muhammed ve Eserleri adlı çalışmasıyla ‘İlâhiyat Doktoru’ ünvanını aldı. İlâhiyat Fakültesi öğretim üyeliği yanı sıra 1967-68 yıllarında Ankara Yükseliş Mühendislik ve Mimarlık Özel Yüksek Okulu’nda ‘Türkçe ve Hümaniter Bilgiler’ dersini, 1977-1980 yılları arasında ise Sakarya Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi’nde ‘Türk Dili ve Hümaniter Bilgiler’ dersini okuttu.
1972 yılında Hacı Bektâş-ı Velî ve Makâlât adlı tezi ile doçent oldu. 1973 yılında Fakülte’nin Türk-İslâm Edebiyatı Kürsüsü öğretim üyeliğine, bir yıl sonra da aynı kürsünün başkanlığına atandı. Emekli olduğu 1987 yılına kadar adı geçen kürsünün Anabilim dalı başkanlığını yürüttü.
Matbaacı İbrâhim-i Müteferrika ve Risâle-i İslâmiyye adlı takdim teziyle 1982 yılında Profesör ünvanını aldı.
Hocaefendi, mensubu bulunduğu fakültede Türk-İslâm Edebiyatı, Osmanlıca, Türkçe-Kompozisyon, Farsça ve Arapça derslerini okuttu. Yedi adet doktora ve çok sayıda lisans tezi yönetti.
Akademik anlamda ilgi duyup çalışma yaptığı konuları şu şekilde sıralayabiliriz:
Mevlidler, Tezkiretü’l-evliyâ tercümeleri, evrâd-ı şerîfler, İsmail Hakkı-i Bursevî’nin eserleri, Aziz Mahmûd-ı Hüdâyî’nin eserleri, Şeyh Murâd-ı Buhârî’nin eserleri, Kutbuddîn-i İznikî’nin eserleri, na’tler, hilyeler, kısâs-ı enbiyâlar, tasavvufta 40 makam, ilk Türkçe dinî kitaplar, şair tezkireleri…